İslamiyet bilime son derece önem veren bir dindir. Kur’an’da “bilenlerle bilmeyenler hiç eşit olurlar mı” ayeti vardır.
Ayrıca Hz.Muhammed “ilim, kadın ve erkeklere farzdır” demiştir. Bu konuda pek çok hadis vardır. İslamiyet bilime önem verdiği için zamanla büyük bir medeniyet doğdu. İslam medeniyeti dokuzuncu yüzyıl başlarında patlama noktasına geldi.
Abbasilerden Halife Me’mun Yunancadan, Süryancadan ve Pehlevi dilinden arapçaya birçok çeviriler yaptırdı. Tıp, matematik, astronomi, felsefe, kimya ve fizikte büyük gelişmeler oldu. Me’mun, İslam’ın akılcı yorumlarını tercih ederek bilime ve sanata önem verdi. Beytü’l Hikme denen bilim evini kurdu. Bilimde ve teknikte ilerlemeyi teşvik etti. Ondan sonra gelen sorumlular da bir süre bilimci hareketi desteklediler. Dokuzuncu yüzyılda böylece gelişen vee yükselen İslam medeniyeti onbirinci yüzyıldan sonra Avrupa’yı etkilemeye başladı.
On ikinci yüzyılda İslam bilginlerinin bir çok eserinin latinceye çevrildiğini görmekteyiz. İslam medeniyeti, felsefede, tıpta, eczacılıkta, astronomide, fizikte, matematikte ve tarımda batıyı etkiledi. Ancak Ortadoğu’daki bu bilim hareketi zaman zaman canlılığını yitirdi. Taassupten doğan dar dini yorumlar çoğaldı. İslam’ın özündeki bilim anlayışına bazı hurafeler gölge düşürmeye başladı. Buna karşılık Batı, onbeşinci yüzyıldan itibaren uyanmaya başladı.
Onaltıncı yüzyılda Batı’da bilim, sanat ve dinde yeni anlayışlar gelişti. İslam medeniyetinde gelişmeler, zamanla Arabistan’da duraklamakla birlikte özellikle Türklerin egemen olduğu bölgelerde onaltıncı yüzyıl ortalarına kadar devam etmiştir.
İslamiyet’in bilim ve tekniğe önem verdiğini Atatürk şu sözleriyle doğrulamıştır. “Bizim dinimiz milletimize kötü, zavallı ve aşağı olmayı tavsiye etmez, aksine Allah da, Peygamber de, insanların ve milletlerin yücelik ve şerefini korumalarını emrediyer. Allah’ın emri çok çalışmaktır.
Zamanın gereklerine göre ilim ve fenden, her türlü medeni buluşlardan mümkün olduğu kadar yararlanmak zorunludur,” “Nasıl ki her hususta yüksek meslek ve ihtisas sahipleri yetiştirmek gerekli ise dinimizin gerçek felsefesini inceleyecek, araştıracak, bilimsel ve teknik olarak telkin kudretine sahip olacak, seçkin ve gerçek din bilimi adamlarını da yetiştirecek yüksek öğrenim kurumlarına sahip olmalıyız.”
Follower
Mittwoch, 13. Mai 2015
İslam'ın bilime verdiği önem
Ibn Sina
Ibn Sina 980 yılında (o
dönemde İran'a, bugün Özbekistan'a ait) çok büyük bir şehir olan Buhara’ya
yakın küçük bir kentte dünyaya geldi. Küçük bir çocukken bile bir dâhi olduğu
mütevazılığa gerek görmeyen otobiyografisinde okunabilir. 10 yaşında Kur'an-ı
Kerim'i ezberlemiştir. Sonra, “Babam, hesap öğrenip kendisine öğretmem için
beni bir sebze tüccarının yanında çırak olarak çalıştırmaya karar verdi” diyor.
Sonrasında geometri, mantık, felsefe... “Ustamın önüme koyduğu her problemi,
ondan daha iyi çözmeyi başarıyordum.” İbn Sina16 yaşındayken iyi bir hekim
olarak görülüyordu. “Tıp zor bilimlerden biri değildir. Onda üstünlüğümü çok
çabuk gösterdim; öyle ki yetenekli hekimler benim yönetimimde öğrenim
görüyorlardı; dahası, hasta da tedavi ediyordum.”
Bölgenin hükümdarının
verdiği yetkiyle, kütüphanesindeki eserleri incelemek üzere iki yıl boyunca
buraya çekilir. Daha sonra İbn Sina, başka bir sarayın davetlisi olarak birçok
başka bilginle görüşmeler yapar. 1012 yılına doğru, Sultan Gazneli Mahmud kendisini
davet eder. İbn Sina reddeder. Sultanın öfkesinden korunmak için kaçar. Öfkeli
sultan peşine polis takar ve İbn Sina'nın, birkaç yıl öncesinde bir ressam
tarafından yapılmış “robot resmi”ni de dağıtır. Nafile.
1014 yılından 1020'ye
kadar İbn Sina, İran'ın değişik şehirlerinde oturur. Tıbbı sevmektedir, ancak
politikayı da... Bölgenin sultanı Şemsüddevle”nin veziri olur. Sultanın ordusu
isyan edince İbn Sina tutuklanır. Belki de en ünlü kitabı olan Tıbbı Kanunu'nu
(el-Kanun fİ't-ıb) hücrede ikameti sırasında kaleme almaya başlamıştır. Sonra
İsfahan'a yerleşir. Ancak çalkantılı hayatı ve siyasi maceralarının da
etkisiyle sağlığı bozulur. Hekim İbn Sina,, insan vücudunda hastalığın
ilerlemesini saptamak üzere kendi hastalığının seyrini takip etmeye karar
verir... 1034 yılından itibaren tüm tedavileri keser ve bir filozof gibi ölüme
hazırlanır.
Çok önemli bir kitap
İbn Sina hekim
olmanın yanı sıra. filozof, matematikçi ve astronomdur. Tıbbı bir bilim olarak
gören bu Müslüman hekim, birçok bilim dalının uzmanlarıyla da temastadır.
Yunanlı Hipokrat ve Galen'in teorilerini yeniden keşfederek, döneminde geçerli
olan tüm bilgileri Tıbbın Kanunu kitabında bir araya getirmeyi hedefler. Tüm
Müslümanlar tarafından kullanılan bu kitap, 300 yıl boyunca Avrupa üniversitelerinin
programlarında yer almıştır. Hastaların tedavisinde İbn Sina'nın önerileri
izlenmiştir.
Yorulmak bilmeyen bir
yazar
Sürekli yollarda olan
İbn Sina ancak nadiren kütüphanelerde kalabilir. Şaşılacak derecede iyi olan
hafızasını çalıştırır ve özgün eserlerini, sözlüklerin ve el kitaplarının
yardımı olmadan dikte eder. Bu şartlar altında günde elli sayfa yazabilen İbn
Sina bilimsel veya felsefi iki yüzden fazla metne imza atmıştır.
... izinde
İbn Sina'nın
öğrencileri öğretiminden yararlanmak için onunla birlikte seyahat etmek
zorundadırlar. Şiir formundaki bilgiyi zihinde tutmanın daha kolay olduğunu
bilen İbn Sina önceden diğer hocalar tarafından da izlenen bir yöntemi uygular:
Acemi hekimlerin bilmek zorunda oldukları her şeyi şiirle ifade eder. Bu
şiirlerinin en ünlüsü binden fazla mısradan oluşmaktadır. Mısraları
çözümleyecek yetenekli âlimlerin yardımı olmadan bunları anlamaya çalışmak
boşunadır!
Ibn Sina'nın
keşifleri
İbn Sina, akciğer
hastalıklarına nasıl teşhis konulacağını ve bazı psikolojik hastalıkların nasıl
tedavi edileceğini bulmuştur. Aynı zamanda doğumu kolaylaştıran bir aletin
icadını yapan ilk kişidir. Ancak asıl tercih ettiği faaliyet düşünmek ve
öğretmektir.
Sağlıklı yaşamak
Hekimler, çok geniş
bir listeden uygun ilacı geçmeden Önce, hastalarının sorununu olabildiğince
belirgin bir biçimde tanımlamaya çalışırlar. Önemli olmayan bir rahatsızlık
karşısında hekim, hamam banyolarını veya egzersiz yapmayı tavsiye eder. Ayrıca
besinlerini değiştirmeyi ya da belli bir gıdayı almayı önerebilir. Örnek olarak
şeker, sindirim sistemi hastalıklarına karşı salık verilir. Eczacılar şekerin,
içine katıldığı ilacın korunmasına katkıda bulunduğunu da belirlemişlerdir.
Şeker kamısı İslâm coğrafyasında her yerde yetiştirilmektedir.
Karınca, sıçan ya da
ceylan nabzı?
Çok ağır bir hastayı
muayene eden bilgin, nabzına bakmadan önce hastanın idrarını inceler. Nabız
zayıflığının her türünün ayrı bir ismi vardır. Ceylan nabzı yüksek ve yakıcı
bir ateşi gösterir. Sıçan kuyruğu nabzı durumun ağır olduğunu kanıtlar; vücut
hastalıktan zarar görmektedir. Karınca nabzı ise şiddetli ağrıların yol açtığı
bayılmaların arkasından gelir.
Tanrı'nın elleri
En iyi şekilde tedavi
etmek için, hekim bazen farklı yöntemlere başvurur. Böylece, damar
problemleriyle başa çıkmak için akrep ya da solucan lapası yemeyi önermekte
tereddüt etmez. Hayvan, bitki ya da taşların şifa verici etkilerinden
yararlanılmak istenir. Hekim, hastalığın şifasını verme ya da vermeme gücü
sadece kendisine ait olan Tanrı'nın bir vesilesi olarak değerlendirilir.
Şifahaneye maddi
destek
Halifeler ve varlıklı
kişiler iyi hekimleri çevrelerinde toplamaya çalışırlar ve onları çekmek için,
hastanelerin masraflarını üstlenirler. Halifeler bu yolla halkı memnun etmeye
çalışır.
Hayır işlemek aynı
zamanda Hazret-i Peygamber'in emirlerine itaat etmek ve ahiret saadetini ele
geçirmektir. Tüm büyük İslâm şehirlerinde şifahaneler vardır. Kurulduktan elli
yıl sonra Bağdat'ta iki şifahane bulunmaktadır. 13. yüzyılda Kahire'de sultan,
hasta bakıcıların ücretlerini bizzat ödemekte, yataklar ve döşekler satın
almaktadır. Hastalar problemlerine göre (ateşli hastalıklar, yaralanmalar,
önemli ishal ve görme bozuklukları) içinde su bulunan dört odaya dağıtılırlar.
Beşinci bir odaya kadınlar kabul edilir. Her şifahanenin bir eczanesi bulunur.
Modern bir hekim
Hastanelerde tıp
hızlı gelişir. Başhekim tedavi uygularken bir yandan da ders verir. Hekimler,
muayene yapmalarına yardımcı olan öğrencilerin gözü önünde en ağır vakaları
tartışırlar. Günümüzde de böyle yapıldığını biliyoruz. Demek ki bu, çok modern
bir uygulama.
Ruh hastalarını
müzikle tedavi etmek
Hastanelerin ruh
hastalarım da kabul etmesi bir devrimdir. Hekimler onlara ilaç yazarlar;
müziğin de onlar için yararlı olabileceğini düşünürler. (Bugün Suriye’de olan)
Halep şifahanesinin iç avlusunda orkestra için ayrılmış bir yer görülür.
Dinleyiciler taştan yontularak yapılmış iskemlelere yerleşirler. Ancak Hazret-i
Peygamber için olduğu gibi, hekimler için de ruhu dinlendirmek için hiçbir şey
“doğal müzik” kadar değerli değildir: ağaçlar arasında esen rüzgâr, kuş sesleri
ya da akan suyun şırıltısı. Bu nedenle şifahanelerin ortasında her zaman
fıskiyeli bir havuz bulunur.
Vücudu keserek açmak:
bir tabu... Hekimler ameliyat yapmak için Vücudu kesmeye nadiren cüret ederler.
Enfeksiyonlardan korunma bilinmemekte ve anestezi hafif kalmaktadır çünkü
anestezi olarak hastaya sadece afyona batırılmış sünger koklatılır.
...ve tehlikeli
Şifahane hekimleri
ameliyat yapmazlar. Bu tedaviyi şehirden şehre dolaşan cerrahlara bırakırlar.
Ameliyattan sonra ölüm riski o kadar yüksek bir olasılıktır ki yas tutan
ailelerden kurtulmak için cerrahlar sık sık şehir değiştirirler. Ünlü hekim
Râzî'nin hayatının sonuna doğru gözlerinden ameliyat olmaktansa kör kalmayı
tercih ettiği anlatılmaktadır.
Planetaryum
Dünya'nın kendi ekseni etrafında döndüğüne inanan Arap-İslam
astronomlarından Ebu Sa'id Ahmed b. Muhammed es-Siczi(X. yy)'nin planetaryumu.
Astrolab (Usturlab)
Astrolab
nedir? Astrolab ne işe yarar, nasıl kullanılır? Astrolab çeşitleri nelerdir?
Astrolab hakkında bilgi.
Astrolab; Yıldızların
yüksekliklerini ölçmekte ya da enlem belirlemesinde kullanılan aygıttır. Eski
Yunan gökbilimcileri tarafından icat edildi. En basit biçimiyle ortasına
hareketli bir gösterge yerleştirilmiş düşey bir disktir. Gösterge yıldıza
yöneltilince, yıldızın yüksekliği yay derecesi türünden diskte okunur.
Ortaçağda özellikle denizciler, altılık (sekstant) bulunana kadar (18. yüzyıl)
astrolab kullandılar.
Prizmalı astrolab: 1905’te Fransız gökbilimcileri A. Claude ve L.
Driencourt prizmalı astrolab modelini yaptılar. Başlangıçta, bir teleskop,
prizma, cıva çanağı ve bazı ayar parçalarından oluşan basit bir aygıttı.
Prizmanın tipine göre, yıldızı ancak belli bir yükseklikte bulunduğu anda
gözlemek olasıydı. Prizmalı astrolablarda gözlemci, biri doğrudan, öteki ise
cıva çanağında yansıdıktan sonra prizmaya gelen iki ışık ışınından oluşan
yıldızın iki görüntüsünü görünüm alanında algılar. Bu iki görüntünün,
astrolabın görünüm alanında karşılaşması, ancak yıldız belli bir
yükseklikteyken mümkündür. Böylece, bu aygıtlarla gözlem yerinin enlemi ve
yersel yıldız zamanı bulanabilir. Prizmalı astrolablar 1955’e kadar daha çok
geodezik astronomide kullanıldı.
Danjon astrolabı: Paris Gözlemevi eski müdürlerinden A. Danjon’un
prizmalı astrolabı geliştirerek yaptığı otomatik astrolab, 1956’dan bu yana
astronomide kullanılmaya başlandı. Astrometride önemli bir aygıt olma
özelliğini bugün de sürdürür. A. Danjon, yaptığı yeniliklerle hem aleti çok
kararlı bir duruma getirdi, hem de kişisel yanılgıdan bağımsız (impersonal)
olmasını sağladı. Danjon astrolablarıyla 25-30 yıldızdan oluşan bir grubun
gözlemi sonucunda, + -5 milisaniyelik bir yanılgıyla zaman saptaması
yapılabilmektedir. Türkiye’de Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Gözlemevi’nde
bulunan bu aygıtla anlık boylam ve enlem saptanması, kutup hareketi, yerin
dönmesi gibi çok önemli astronomi konularında araştırmalar yapılabilmektedir.
İbn-i Heysem
![]() |
Ibn-i Heysem - Optikci |
İbn-i Heysem (Arapça: ابن
الهيثم, tam adı: ابو
علی، حسن بن حسن بن هيثم Abū
'Alī al-Hasan ibn al-Hasan ibn al-Haytham, Latince: Alhacen ya
da Alhazen), Arap
fizikçi, matematikçi ve filozoftur. 965'te Basra'da doğdu, 1038-1040
yılları arasında Kahire'de öldü. Fizik, matematik ve filozof alanlarında
çalışmalar yapmıştır.
İslâm medeniyetinin ikinci şehri
10. yüzyılın sonunda, on bir
yaşındaki Halife Hakim müreffeh Mısır'a hükmetmektedir. Nil boyunca toprağı
işleyen köylüler tarafından beslenen, oldukça yoğun nüfuslu Kahire gittikçe
güçlenir. Hakim'in yönetimi sırasında kent, etrafı bahçelerle çevrili saraylar,
okullar ve 16 yaşından büyüklerin gittiği medreselerle dolar. Kahire, İslâm
medeniyetinin ikinci büyük şehri olur.
Latincede al-Hazen denilen İbn
Heysem, 965 yılında bugün Irak'ta bulunan Basra'da doğar. Basra büyük şairler
de yetiştirmiş. kibar, hoş görülü bir ortama sahip, büyük bir şehirdir.
Çok genç olan İbn Heysem,
geometri, aritmetik, optik, astronomi ve felsefe ile ilgilenir. M.Ö. 4.
yüzyılın büyük filozofu Aristoteles'in eserleri üzerinde çalışır. Bölgenin
idarecisi onun yeteneğine ilgi duyarak kendi hizmetinde çalışmasını tek- lif
eder. Fakat İbn Heysem bağımsız bir araştırmacı olarak kalmak ister. Ancak
tepki çekmeden teklifi reddetmek güçtür... O da bir kurnazlık düşünür:
Psikolojik olarak rahatsızmış gibi görünerek büyük bir gizlilik içinde kenti
terk etmeye hazırlanır.
Çok uzaklarda, Kahire'nin
halifesi Hakim, İbn Heysem'in çalışmalarından bahsedildiğini duymuştur.
Araştırmalarını Mısır'da sürdürmesi için davet etmek üzere kendisine özel bir
elçi gönderir. İbn Heysem daveti kabul eder. Genç âlim, şehrin kapılarından
birinde bizzat halife tarafından karşılanır.
Bir gün Halife Hakim, İbn
Heysem'den Nil'in düzenli olarak taşması problemine çözüm bulmasını ister. Genç
bilgin, bir grup mühendisle birlikte Asvan'a kadar giderek nehrin akışını
inceler.
Yolculuğu sırasında
Firavunların piramitlerine hayran kalır. Bu kadar sağlam anıtların nasıl inşa
edilebildiği sorgular. Bu ihtişam karşısında, İbn Heysem Şöyle düsünür.
Atalardan gelen. günümüzde maalesef unutulmuş hünerleriyle firavunların
mühendisleri Nil'in taşmasını engellemeyi basaramamışlarsa, halifenin adamları
da bunu başaramayacaklardır.
Kahire'ye döndüğünde İbn Heysem
halifeye rapor sunmak zorundadır. Cesaretli ama ihtiyatlı bir biçimde,
halifenin saplantı hâline getirdiği bu işin imkânsız olduğunu, delirmiş gibi
yaparak bildirmeyi tercih eder. Bunun üzerine gerçekte kendisi deli olan Halife
Hakim, ölene kadar kalmak üzere İbn Heysem'i hapse attırır.
Halife ölünce İbn Heysem
hapisten çıkıp araştırmalarına yeniden başlar. Kimileri artık onun beş parasız
kaldığını, satmak üzere el yazmalarını kopya etmeye koyulduğunu söylerler.
Hayranları bu kopyaları satın alarak ona yardım ederler. İbn Heysem, 1040 yılı
civarındaki ölümüne kadar ders verir, kitap yazar ve değerli Yunanlı bilginlerin
eserlerini çoğaltmayı sürdürür.
Devrimci bir yöntem
İbn Heysem teorileri ve yöntemi
ile bilimde
ilerlemeye neden olmuştur.
Deney yöntemini bilimsel bir araştırma yöntemi olarak değerlendirmekte öncüdür.
Öğrencilerine, gözlem ve deney yapmalarını, ama soyut varlıklar üzerinde de
düşünmelerini önerir. Bizim için kesin olan şu ki, onun dönemi için, bu gerçek
bir devrimdir.
Başarılı bir deney
Işığın kırılmasını incelemek
için birçok denemeden sonra İbn Heysem, içine sıvı doldurulan bir kristal top
yaptırır. Şimdi ona bu topun içinden geçen ışık ışınlarını tüm açılar altında
incelemek kalmıştır.
Tamamlanmamış bir sonuç
Bu gözlemler onu gökkuşağı
üzerinde yoğunlaşmaya götürür. Bu doğal olayı istenildiği zaman gözlemlemek
imkânsızdır: yağmur yağması ve aynı zamanda güneşin parıldaması gerekir ve
ayrıca uygun yerde ve uygun zamanda bulunmak gerekmektedir. İbn Heysem bu yüzden,
bu doğal olayı laboratuvarda oluşturmayı dener. Bunu başaramadığı
bilinmektedir. Gökkuşağına doyurucu bir açıklama getirememiş olsa da, geleceğin
bilginlerini sayısız yararlı bilgiler beslemiştir.
Gökkuşağının oluşumu
Gökkuşağının oluşumu, İslâm medeniyetinde
13. yuzyılda Kemâleddîn Farisî ve aynı dönemde Avrupa’da Dietrich de Freiberg
tarafindan açıklanmıştır. İşte bu olguya yol açan olaylar zinciri:
Güneş ışığı beyazdır. Gerçekte
ise tüm renklerin bir karışımıdır. Bir su damlasına ya da bir cam tüpe güneş
vurduğunda damla farklı renkleri ayırır ve renkli ışık demetlerini birçok yöne
gönderir.
Yağmur yağdığında milyonlarca
su damlası güneşe maruz kalır. Her biri çeşitli renklerdeki ışınları farklı
yönlere gönderir. Göz yalnızca kendisine yönelen ışınları görür.
Gökkuşağının en üstündeki
damlalardan
gönderilen ışınlar kırmızı,
ortasındaki
damlalardan gelen ışınlar sarı,
alt taraftan gelenler ise mavi görünür. Hepsi gökkuşağını oluştururlar.
Su bulmak ve taşımak
Insanlar toprak altından su çekmek
ve akıtmak için çok zekice çareler aramışlardır. Değişik hidrolik sistemler
onların ustalıklarına tanıklık etmektedir. Bostan dolabı bunlardan birisidir:
Bu, akıntıyla ya da hayvan gücüyle çalışan devasa bir çarktır. Bu çark toprak
altından su çekmeyi sağlar. Bu su daha sonra, su kemerleri ya da kanallarla
tarlalara kadar taşınır. İslâm coğrafyasının kırsal alanlarında hemen her yerde
bostan dolapları görülür.
Nil, çöl ortasında neredeyse bir mucize!
Mısır
toprakları neredeyse tamamen çöl- lerle kaplıdır fakat dünyanın en büyük
nehirlerinden biri olan (yaklaşık 7000 kilo metrelik) Nil'in güneyden kuzeye
bütün Mısır boyunca geçiyor olmasından dolayı şanslıdır. Nil, Kahire
yakınlarında, tüm bölgeyi besleyen ve zenginleştiren bir bereket kaynağı olarak
en geniş hâline ulaşır.
Halife tarafından izlenen ve
düzenlenen kıyılar
Kıyıları boyunca açılan
kanallar Nil'in sularını, sulanacak topraklara kadar götürür. Halifenin
memurları, suyun farklı toprak sahipleri arasında paylaşılması için kanallara
nezaret ederler. Her yerde açlık korkusunun yaşandığı bir dönemde bu sulama,
Kahire Ve köylerinde yaşayanların beslenmesi için yeterince buğday üretilmesini
sağlar. Nehir kıyılarında pek çok köylünün sebze ve meyve bahçeleri de vardır.
Suyun debisi Nil'in debisi
Binlerce yıldır kıyılarına
zarar veriyor olsa da, Nil'in taşması her yıl tekrarlanan bir lütuftur.
Hoş karşılanan bir taşma
Temmuz ayından Ekim ayına kadar
Nil'in kaynağına düşen yağmur suları nehri yükseltir. Sular yatağından çıkar,
taşar ve kıyıları sel basar. Su, mil denilen siyah bir çamurla yüklüdür. Bu
doğal gübre toprağı zenginleştirir.
Taşkından sonra toprak
sahiplerinin sınırlarının yeniden belirlenmesi nedeniyle, Kahire geometride
ilerler. ..
Her taşkında tarım arazileri
sular altında kalır. Toprağın kıyı kesimleri sel tarafından götürülür. Sular
çekildikten sonra sınırların tekrar belirlenmesi için arazilerin yüzölçümünün
yeniden ölçülmesi gerekir. Bu yapılmaksızın toprak sahiplerinin hasat miktarı
üzerinden devlete verecekleri vergiyi hesaplamak imkânsızdır! Böylelikle Kahire
arazi ölçümü ve geometride başarılı olur.
Suları azalan bir Nil felâket
demektir...
Şayet Nil'in taşması üst üste
birçok yıl yeterince güçlü yaşanmazsa, artık hiçbir şey yetişmez... Bu durumda
Kahire'de açlık başlar. Ve sıklıkla iktidara karşı isyan baş gösterir.
Kahire, Bağdat'ın rakibi
![]() |
Piramitler ve Nil |
Kahire'nin kurulduğu sıralarda,
halifeleri Bağdat'takilerle rekabet içindeydi. O zamana değin Bağdat,
İspanya'dan Orta Asya'ya kadar uzanan İslâm medeniyetinin en büyük şehriydi.
Yeni halifeler dünyaya, ama özellikle de Bağdat'a, tüm Müslümanları yönetecek
kadar güçlü ve cesur olduklarını göstermek isterler.
Yeni
şehirde, minareleri günümüzde hâlen şehre hâkim olan el-Ezher ve el-Hakim gibi
büyük camiler inşa edilir. Kahire'nin askerî açıdan savunmaya uygun, güçlü bir
yer olması önemlidir. Mısır'ın yeni sahipleri şehri, devasa kapıları olan,
görkemli surlarla çevrelerler.
Kahire,
Bağdat'ı geride bırakmak için, bilginleri ve sanatçıları kendine çekmek ister.
On, on beş yıl içinde amaca ulaşılır. Bilginler, bir zamanların Bağdat'ındaki
kadar rağbet gören Kahire Bilim Evi'nde buluşurlar.
Hârizmî - Sıfır rakamı
Ebû Ca'fer
Muhammed bin Mûsâ el-Hârizmî, matematik,
gökbilim ve coğrafya alanlarında çalışmış Fars bilim adamı.
9. Yüzyıl’da (m.780)
Özbekistanın Harezm kentinde dünyaya geldiği için Hârizmî adıyla tanınan ve
büyük bir olasılıkla Türk olan Muhammed ibn Musa, Halife Memun'un Bağdat'ta
kurduğu Bilgelik Evi'nde bulunmuş ve bu kurumun kütüphanesinde matematik ve
astronomi alanlarında araştırmalar yapmıştır. Aritmetik ve cebirle ilgili iki
yapıtı, matematik tarihinin gelişimini büyük ölçüde etkilemiştir.
Hârizmî, Harun Reşid’in yönetimi altında, mahallesindeki özel
okullardan birinde eğitim gördükten sonra üst düzey bir okula gider.
Matematiğe, astronomiye tutkundur ve konuyla ilgili Hindistan’dan gelen tüm
eserleri inceler. O aynı zamanda, Yunanlı bilgin Batlamyus’un ünlü astronomi
eserinin Arapça çevirisi Macesti’yi okuyan İslam devletinin ilk bilginlerinden
birisidir. Harun Reşid’in oğlu Me’mun, sırası gelip halife olunca, Hârizmî ona
bir eser takdim eder. Bu tam anlamıyla insanlık tarihinin ilk cebir kıtabıdır.
Böylece Hârizmî, bir
bilim tutkunu olan yeni halifenin katında ününü arttırır. Bu kendisine sunulan
cömertçe ihsana teşekkür etmenin güzel bir yoludur… Bir zaman sonra Hârizmî, Hintliler
tarafından geliştirilen, devrim niteliğindeki bir hesap sistemini anlattığı
yeni bir kitap kaleme alır. Bu bugün dünyanın tüm okullarında öğretilen onluk
sistemdir.
Hârizmî, bir Hint kitabının çevirisinde yeni matematik araçlarını
keşfeder: Dokuz tane rakamla sayıların yazılması ve iri bir nokta şeklindeki
komik bir işaret: Bu sıfırdır! Babilliler, Yunanlılar ve Hintliler çok önceden
sıfır, yani ‚hiç‘ fikrine sahiplerdi, fakat bunu hesaplarında çok az
kullanırlardı. Hârizmî, bu sembolü anlayacak ve bolca kullanacaktır. Bu
matematiksel aracı geliştirmeyi kararlaştıran Hârizmî 0’dan
9’a kadar rakamlar ve hesap üzerine ileride Latinceye tercüme edilecek bir
kitap yazar. Avrupa daha sonra tüm matematikçileri sıfırı benimseyeceklerdir.
Hint hesabı hakkındaki ünlü
kitabında Hârizmî dört temel işlemi açıklar. (Toplama , çıkarma, çarpma,
bölme). Bir ve iki bilinmeyenli denilenlerin kuralını açıkladığı bir diğer
eserinde ise Hârizmî , yeni bir bilim olan cebirin doğmasını sağlar ( Arapçada
"el-cebr" kelimesini "onarmak, canlandırmak , güçlendirmek"
anlamlarına gelir). Fakat hepsi bundan ibaret değil! Bir başka matematik terimi
olan "algoritma", Hârizmî'nin adının batılılar tarafından kendi
dillerine uyarlanmış biçiminden gelmektedir.
Bağdat - İslam dünyasında bilim devrimi
![]() |
Bağdat |
8. Yüzyılın ortalarına doğru,
islam coğrafyasının halifeleri İrak'ı devletin merkezi olarak tayin ederler.
Başkentleri Bağdat'ta muhteşem bir bilim devrimi başlar.
762
yılında halife Mansur, dönemin en iyi astrologlarını, devletin başkentinin
nereye kurulacağını kararlaştırmaları için toplar. Çeşitli hesaplamalar ile
yıldızlardan okunan tavsiye şöyledir: Halife, başkenti Dicle'nin kıyılarından
birine kurmalıdır.
Bu
gerçekten yerinde bir tavsiyedir. Dicle , Fırat ile birlikte bölgeyi sulayan
iki büyük nehirden biridir. Astrologların belirledikleri yerde İslam
coğrafyasının ticari yolları ve kanalları keşişmektedir. Şehir hızla yükselir.
Bölgenin köylüleri ona bir zamanlar orada bulunan küçük bir köyün adını
verirler: Bağdat.
Bağdat
hızla gelişir, ticari hayatın yoğun olduğu mahalleler halifenin sarayını ve ulu
camiyi çevreler.
Ticaret
malları islam topraklarının ve dünyanın dört bir köşesinden gelir. Çin,
Hindistan, Afrika... Bu nadir ürünler, baharatlar, el yazmaları veya değerli
taşlar; prenslere, büyük tüccarlara ve eşrafa mutluluk getirir. Yüzlerce
hamam, şehir sakinlerine ve İslam medeniyetinin bu en güçlü şehirinin
cezbettiği ziyaretçilere kapılarını açar. Nakışlı kumaş üretiminde uzmanlaşan
bir atölye saraya çalışır. Şehrin kurulmasının ardından yirmi yıl geçmeden ,
Halife Mansur'un yerine gelen Halife Harun Reşid'in emriyle ilk hastane inşa
edilir.
Bağdat'ta
, 8. Yüzyılda kağıt hamuru üretilmektedir. Bilgiler, kağıda yazılınca daha
kolay yayılırlar. Parşömenden daha ucuz olan kağıdın formülünün, çinli
mahkumlardan özgürlükleri karşılığında alındığı anlatılmaktadır. Artık Bağdat ,
edebiyatın, sanatın ve bilimin başkenti olmaya aday bir şehirdir.
Bağdat'ta
İslam medeniyetinin tüm Orta Çağ boyunca sürecek bilim destanı başlar.
Bir
hikmet evi
Bağdat'ın
ve tüm islam coğrafyasının alimleri Halife Harun Reşid'in yönetimi altında
kurulan Hikmet Evi'nde (Beyt'ül-Hikme) toplanırlar. Orada , kütüphanede
çalışırlar, öğrencilerini kabul ederler; din, felsefe, bilim vb. Üzerine
konferanslar verirler. Bütün alimlerin aynı mekanda toplanarak çalışmalar
yapması fikri dâhicedir ve diğer şehirlere de yayılır. Kültürlü ve varlıklı
kişiler, İslam coğrafyasının diğer şehirlerinde de Hikmet Evi'nden daha küçük
evleri ve kütüphaneler kuracaklardır.
Bizans'tan
ödünç alınan eserler
Harun
Reşid'in oğlu Me'mun 9. Yüzyılın başında babasının yerine geçer. Bilimlere
tutkun olan yeni halife , şehirdeki alim sayısını arttırmanın yollarını arar.
Bunun için, İslam topraklarının her yerinden Hint, Pers ve Yunan yazmalarını
toplatır. Bazılarının tarihi yedi yüzyıldan daha eskidir. Bugünkü Istanbul'da yaşayan
Bizans İmparatorun'dan kütüphanesinin bir kısmını isteyerek bilim ve edebiyatla
ilgili tüm eserleri, matematik ve felsefe yazmalarının bir kopyasını çıkarmak
üzere ödünç alır.
Şimdi
bir problem ortaya çıkmıştır; metinlerin çoğu Yunancadır! Arapçaya tercüme
edilmeleri gerekir. Halifeler gibi, tüccarlar ve zengin devlet görevlileri bu
faaliyetleri maddi olarak desteklemek konusunda cömertçe birbirleriyle yarışa
girerler. Bu sayede antik Yunan bilgisi unutulmaktan kurtulur. Bu şekilde Benû
Musa olarak bilinen üç erkek kardeş babalarından miras kalan serveti Yunanca
mekanik eserlerini tercüme ettirmek için harcarlar. Sonra kendi becerileriyle
mekanik alanında ilk arapça kitabı, mekanik kitabı adıyla kaleme alırlar. Esas
olarak otomatlar hakkında olan bu eser, Bağdat'ın varlıklı kişileri katında
büyük bir başarı kazanır. Saraylarını tefriş etmek ve misafirlerini eğlendirmek
üzere otomatlar yaptırırlar
İslam
coğrafyasının haritası
Halife
Me'mun'un amaçlarından biri, bir dünya haritasının yanı sıra İslam
coğrafyasının güvenilir bir haritasına sahip olmaktır. Topraklarını tanımak ve
halkını daha iyi yönetmek için bu haritaya ihtiyacı vardır. Bunun içün,
şehirlerin kesin konumlarını ve aralarında ki uzaklığı bilmek zorundadır.
Me'mun Bağdat'ın astronomlarından bu konuda çalışmalarını ister.
Bilginler
bu araştırmaları büyük bir tutkuyla yapacaklardır. Şehirlerin konumları nasıl
belirlenir? Ve bu şehirleri harita üzerine yerleştirebilmek için aralarında ki
uzaklık kesin olarak nasıl hesaplanabilir? Bilginler bu görevle İslam
topraklarını dolaşırlar en büyük şehirlerin enlem ve boylamlarını belirlemeyi
başarırlar. Bunun içün gök olaylarından, özellikle de güneş ve ay tutulmasından
yararlanırlar.
Halife
tarafından ısmarlanan haritayı tasarlamak için astronomlar , 2. Yüzyılda
yaşamış yunanlı bir coğrafya âlimi olan Batlamyus`un imzasını taşıyan bir
haritadan yola çıkarlar. Bu harita üzerinde ara sıra önemli düzeltmeler
yaparlar. Örnek olarak, Hint Okyanusu`nu bir iç deniz olarak gösteren
Batlamyus`un aksine Hint Okyanusu`unu bir açık deniz olarak çizerler.
Astronomlar Batlamyus'un haritasına şehirler yerleştirerek kendi haritalarını
yaparlar.
Kaynak: Kaknüs yayinlari
Montag, 11. Mai 2015
Wiedemann - İslâm bilim tarihi hakkındaki çalışmaları
![]() |
Eilhard Ernst Gustav Wiedemann (* 1. Ağustos 1852 - Berlin; † 7. Ocak 1928 - Erlangen) Alman Fizikçi |
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
cilt: 43; sayfa: 160
[WIEDEMANN, Eilhard - Hilal Görgün]
hocalığını sürdürdü. 7 Ocak 1928’de Erlangen’de
öldü. Physikalisch-Medizinischen Sozietät ve Die Deutsche Akademie der
Naturforscher Leopoldina gibi kuruluşların üyesi olan Wiedemann’ın
öğrencileri arasında Joseph Frank, Fritz Hauser, Theodor Mittelberger, Karl
Kohl, Joseph Würschmiedt ve Hugo J. Seemann gibi bilim adamları
bulunmaktadır.
Eilhard Wiedemann’ın çalışmalarının büyük çoğunluğu
fizikle teknoloji tarihi üzerinedir ve bunların 200’den fazlası İslâm tabii
bilimler ve teknoloji tarihiyle ilgilidir. Hemen hemen bütün İslâm dünyasının
sömürge haline getirildiği ve müslümanların Batı merkezci tarih yazarları
mârifetiyle tarihten dışlanmaya çalışıldığı bir dönemde yaşayan Wiedemann,
gerçek bir ilim adamından beklenen ahlâk ve gayretle müslümanların bilim ve
teknoloji çalışmaları üzerinde yoğunlaşmış, araştırmalarının büyük bir
bölümünü onların bu alanlardaki başarılarını ortaya çıkarmaya ayırmıştır.
Wiedemann, bilim ve teknoloji tarihini araştırmanın ön şartlarından birinin
ilgili alanların mevcut halinin bilinmesi olduğunu tesbit ederek bunlardan
habersiz bir araştırmacının sadece dil bilmekle bu alanların tarihini
inceleyemeyeceğini söylemiş, böylece, günümüzde müslüman ve Batılı bilim
adamlarının İslâm bilim ve düşünce tarihini anlama ve ürünlerini ortaya koyma
yönünde sergiledikleri beceriksizliklerin sebeplerinden birini ifade
etmiştir. Müslümanların tabii bilimler sahasındaki başarılarını ele aldığı,
“Die Naturwissenschaften bei den orientalischen Völkern” başlıklı makalesinde
Batı’da yaygın olan, müslümanların Antikçağ’dan intikal eden bilgileri sadece
tercüme ettikleri ve bunlara önemli bir katkıda bulunmadıkları şeklindeki
görüşten şikâyet eder ve bu makalesinde aksi görüşü savunur (Gesammelte
Schriften, II, 853-862; ayrıca bk. I, 85-114; II, 879-882). Wiedemann’ın
çalışmaları, genel bilim tarihinde hâlâ yeterince dikkate alınmayan İslâm
medeniyeti içinde tabii bilimler tarihi açısından yol gösterici ve çığır
açıcı bir niteliğe sahiptir. Kendisi müslüman ilim adamlarının başarılarını
sadece teorik olarak ortaya koymakla kalmamış, İslâm coğrafyasında
kullanılmış, geliştirilmiş veya icat edilmiş alet ve cihazların klasik
eserlerde bulunan tasvir ve çizimlerinden hareketle prototiplerini yapmıştır.
1911’de bunlardan beş tanesi Münih’teki Alman Müzesi tarafından satın
alınmıştır; diğer modellerin âkıbetleri hakkında ise bilgi yoktur. Müzenin
satın aldığı aletlerden biri olan usturlap modelinin aslı Muhammed
İbnü’s-Saffâr’ın Berlin Devlet Kütüphanesi’ndeki usturlabıdır (a.g.e., I, s.
IX). Wiedemann’ın açtığı bu çığır, İslâm bilim ve teknoloji tarihinde
yönlendirici çalışmalar yapan ve bu konuda Wiedemann’ı öncü sayan (Sezgin,
Wissenschaft und Technik im Islam, I, s. IX) Fuat Sezgin tarafından
sürdürülmektedir.
Wiedemann’ın üzerlerinde araştırma yaptığı,
eserlerini Almanca’ya çevirdiği ve tabii bilimler tarihindeki yerlerini
gösterdiği çok sayıdaki İslâm âliminden önde gelenler şunlardır:
İbnü’l-Heysem, İbn Hazm, Bîrûnî, İsmâil b. Rezzâz el-Cezerî, Ebü’l-Berekât
el-Bağdâdî, İbnü’l-Ekfânî, Harakī, Fahreddin İbnü’s-Sââtî, İbnü’ş-Şâtır,
Fârâbî, Kemâleddin el-Fârisî, Kuşyâr b. Lebbân, Benî Mûsâ, Ca‘fer b. Ali
ed-Dımaşkī, Muhammed b. Ahmed el-Hârizmî, Ali b. Ahmed en-Nesevî. Onun İslâm
bilimler tarihiyle ilgili olarak ele aldığı konulardan bazıları da şöylece
sıralanabilir: Müslümanlarda zaman, mekân ve hareket; astronomi, hendese;
müslümanların geliştirdikleri saatler; astronomi aletleri; suyun kullanımı ve
su tesisleri, su kapları; ışık ve ışıkla ilgili teknoloji, optik; coğrafî
konular, dünyanın şekli ve yüzölçümü; madenler, altın, kıymetli taşlar;
mûsiki ve seslerin kullanımı; kimya; bitkiler, şeker ve tarihçesi; tıbbî
konular.
Eserleri. 1. Über die elliptische Polarisation des
Lichtes und ihre Beziehungen zu den Oberflächenfarben der Körper (Leipzig
1872). Doktora tezidir. 2. Physikalisches Praktikum. Mit besonderer
Berücksichtigung der physikalisch-chemischen Methoden (Braunschweig 1890,
1897, Hermann Ebert ile birlikte). Öğrencilere yönelik bir fizik kitabıdır.
3. Über die Naturwissenschaften bei den Arabern (Hamburg 1890). 4. Zur
Alchemie bei den Arabern (Erlangen 1922). 5. Aufsätze zur arabischen
Wissenschaftsgeschichte. Sitzungsberichte der Physikalisch-Medizinischen
Sozietät zu Erlangen (SBPMS Erlg.) dergisinde yayımlanan makalelerinin
(XXIV-LXVI [1902-1928]) Wolfdietrich Fischer tarafından derlenerek
neşredilmiş halidir (I-II, Hildesheim-New York 1970). Wiedemann bu
makalelerinin büyük bir kısmında özellikle Hârizmî’nin Mefâtîĥu’l-Ǿulûm
başlıklı eserinin hiyel, aritmetik, geometri, astronomi, kimya ve müzik
bölümlerini İslâm bilimler tarihi açısından incelemiş ve Almanca’ya tercüme
etmiştir. 6. Gesammelte Schriften zur arabisch-islamischen
Wissenschaftsgeschichte. Wiedemann’ın bir önceki derlemede bulunmayan makalelerinin
Dorothea Girke ve Dieter Bischoff tarafından derlenip Fuat Sezgin tarafından
yayımlanan şeklidir (I-III, Frankfurt am Main 1984).
Makaleler. Wiedemann İslâm bilim tarihi hakkındaki
çalışmalarını genellikle makale halinde yayımlamış ve bunların çoğunda
müslüman âlimlerin tabii bilimlerin çeşitli alanlarında kaleme aldıkları
risâlelerin tercümesini, tahlilini ve içerdikleri tasvirlerin çizimini
vermiştir. Bazı makaleleri şunlardır: “Über die Uhren im Bereich der
islamischen Kultur” (Nova Acta, Abhandlungen der Kaiserlich
Leopoldinisch-Carolinischen Deutschen Akademie der Naturforscher, C/5 [Halle
1915], s. 1-272; Gesammelte Schriften, III, 1211-1482; Fritz Hauser’in
yardımıyla hazırlanan ve Wiedemann’ın en önemli araştırmalarından biri kabul
edilen bu makale İslâm kültür çevresinde kullanılan saatler ve bunların yapım
teknikleriyle ilgilidir; çok sayıda çizimin yer aldığı makalede İsmâil b.
Rezzâz el-Cezerî ve Fahreddin İbnü’s-Sââtî’nin [Rıdvân b. Muhammed
el-Horasânî] saatlerle ilgili eserlerinin tercümeleri de verilmiştir); “Über
Trinkgefässe und Tafel aufsätze nach al-Gazarî und den Benû Mûsâ” (Isl., sy.
8 [1918], s. 140-166, 268-291; Gesammelte Schriften, III, 1517-1579); “Über
Schalen, die beim Aderlass verwendet werden und Waschgefässe nach Gazarî”
(Archiv für Geschichte der Medizin, sy. 11 [1918], s. 22-43; Gesammelte
Schriften, III, 1607-1628); “Über eine Palasttür und Schlösser nach
al-Gazarî” (Isl., sy. 11 [1921], s. 213-251; Gesammelte Schriften, III,
1670-1708); “Über al Biruni und seine Schriften” (Heinrich Suter ile
birlikte, SBPMS Erlg., LII-LIII [1920-1921], s. 55-96; Wiedemann, Aufsätze,
II, 474-515); “Allgemeine Betrachtungen von al-Bîrûnî in einem Werk über die
Astrolobien” (Josef Frank ve Max Horten ile birlikte, SBPMS Erlg., LII-LIII [1920-1921],
s. 97-121
|
Bilim ve Teknoloji
Bilim ve teknoloji, yaşadığımız yüzyılda dünya
tarihini etkileyecek önemli gelişimlere ve değişimlere vesile oldu. Tüm
ülkelerde, yaşam koşullarını köklü ve süratli bir şekilde etkileyen teknoloji,
artan dünya nüfusunun pek çok sorununa çözüm getirdi. Dünyanın bugünkü
medeniyet seviyesinde büyük payı olan bilim ve teknolojinin tarihi gelişimi de
son derece hızlı oldu. Peki, bilim ve teknolojinin önderliğini üstlendiği
uygarlık ve kültür alanındaki değişimin tarihsel başlangıcı hangi dönemlerde
başlamıştır?
Dokuzuncu yüzyıldan on dördüncü yüzyıla kadar uzanan
dünya tarihinde, dönemin en ileri uygarlığı olan “İslam Uygarlığı” döneminde
vuku bulmuştur. Tüm yaşamlarını, dolayısı ile bilime dair tüm çalışmalarının
temelini Kuran ayetlerine dayandıran Müslümanlar, kendilerine atfedildiği gibi
bilimi reddetmeyip sahip çıkmışlardır. Akıla ve bilgiye dayanan uygarlıkları,
dünyanın bugün sahip olduğu pek çok değere de kaynaklık etmiştir.
Kuran'da, evrenin yaratılışı ve kainatın düzeni ile
ilgili ayetlerin bildirilmesi, bilgi sahibi olmaya büyük önem verilmesi, doğada
Allah'ın varlığının delillerinin görülmesi, evrendeki her nesne ve varlığın
birbirine olan uyum ve bağlılığı; söz konusu dönemde bilimin ilerlemesine yol
göstermiştir.
Teknik ilimler, tıp, astronomi, cebir ve kimya gibi
birçok alanda önemli neticeler elde eden Müslüman bilim adamları, medeniyet ve
kültür sahasında kısa zamanda kendilerini tüm dünyaya kanıtlamışlardır.
Buluşlarıyla uygarlığın ilk adımlarının atılmasına vesile olan Müslümanlar,
ilerlemenin yolunu açmışlardır. İslam tarihinde, bilim dallarını tek tek
incelediğimizde, hepsinin kaynağının Kuran-ı Kerim olduğunu, maddi-manevi her
şeyin Allah'ın yarattığı sistemin bir parçası olduğunu defalarca ispat ettiğini
görmekteyiz.
Müslüman bilim adamları öncelikle, Batı’da Roma ve Doğu’da başta Çin olmak üzere, diğer devletlerde geliştirilen bilim ve teknolojiyi rehber almışlar ve önemli kaynakları tercüme etmişlerdir. Bu bilgi birikiminin içinden imanî ve teknik anlamda yanlış ve tutarsız olan noktaları çıkartarak, kendilerine fayda sağlayacak duruma getirmişlerdir. İlk adım niteliğindeki çalışmalarının ardından, elde ettikleri bilgileri değerlendirip yorumlayarak bilim ve teknolojiye katkıda bulunmaya başlamışlardır.
Müslüman bilim adamları öncelikle, Batı’da Roma ve Doğu’da başta Çin olmak üzere, diğer devletlerde geliştirilen bilim ve teknolojiyi rehber almışlar ve önemli kaynakları tercüme etmişlerdir. Bu bilgi birikiminin içinden imanî ve teknik anlamda yanlış ve tutarsız olan noktaları çıkartarak, kendilerine fayda sağlayacak duruma getirmişlerdir. İlk adım niteliğindeki çalışmalarının ardından, elde ettikleri bilgileri değerlendirip yorumlayarak bilim ve teknolojiye katkıda bulunmaya başlamışlardır.
Emevi halifelerinden Muaviye, bir milyon civarında kitabı barındıran
"Darü'l-Hikme"yi (İlim Kültür Yuvası) kurar.Halife el-Hakim de, 400 bin ciltlik bir kütüphane kurarak
bilim adamlarını Kurtuba'da toplar. 8. Yüzyıl’ın sonlarına doğru Halife
Harun-el-Raşid,
Aristoteles'in tüm kitaplarını, Galen ve Hipokrat gibi büyük bilim adamlarının
birçok eserini Arapçaya çevirtir. Halife el Memun, Bizans'a ve Hindistan'a elçiler
göndererek çevirmeye değer kitap aratır ve Bizanslıları yendiği savaşta, savaş
tazminatı olarak sadece Eski Yunan yazmalarını ister. Böylece İslam dünyası,
önceki dönemlerde yapılan tüm bilimsel çalışmaları toparlayarak kaybolmasını
önler; daha sonra bu çalışmalar, Arapçadan Batı dillerine çevrilir. Endülüs
Devleti'nin kurulması ile Musevi, Hıristiyan ve İslam kültür geleneklerinin
buluşması, İspanya'yı bilim ve kültür merkezi haline getirir.
Medeniyetler Şeması
![]() |
Islam Dünyasına kadim medeniyetlerden ilimlerin intikal edişini gösteren şema |
İslam Medeniyeti ve Dünyası farklı medeniyetlerden etkilenerek 8. Yüzyıldan 17. Yüzyıla kadar dünya tarihinde teknoloji ve bilimde bir zirve yaşamıştır. Burada ki şema medeniyetlerin birbirleriyle etkileşimini göstermektedir.
Abonnieren
Posts (Atom)