İslamiyet bilime son derece önem veren bir dindir. Kur’an’da “bilenlerle bilmeyenler hiç eşit olurlar mı” ayeti vardır.
Ayrıca Hz.Muhammed “ilim, kadın ve erkeklere farzdır” demiştir. Bu konuda pek çok hadis vardır. İslamiyet bilime önem verdiği için zamanla büyük bir medeniyet doğdu. İslam medeniyeti dokuzuncu yüzyıl başlarında patlama noktasına geldi.
Abbasilerden Halife Me’mun Yunancadan, Süryancadan ve Pehlevi dilinden arapçaya birçok çeviriler yaptırdı. Tıp, matematik, astronomi, felsefe, kimya ve fizikte büyük gelişmeler oldu. Me’mun, İslam’ın akılcı yorumlarını tercih ederek bilime ve sanata önem verdi. Beytü’l Hikme denen bilim evini kurdu. Bilimde ve teknikte ilerlemeyi teşvik etti. Ondan sonra gelen sorumlular da bir süre bilimci hareketi desteklediler. Dokuzuncu yüzyılda böylece gelişen vee yükselen İslam medeniyeti onbirinci yüzyıldan sonra Avrupa’yı etkilemeye başladı.
On ikinci yüzyılda İslam bilginlerinin bir çok eserinin latinceye çevrildiğini görmekteyiz. İslam medeniyeti, felsefede, tıpta, eczacılıkta, astronomide, fizikte, matematikte ve tarımda batıyı etkiledi. Ancak Ortadoğu’daki bu bilim hareketi zaman zaman canlılığını yitirdi. Taassupten doğan dar dini yorumlar çoğaldı. İslam’ın özündeki bilim anlayışına bazı hurafeler gölge düşürmeye başladı. Buna karşılık Batı, onbeşinci yüzyıldan itibaren uyanmaya başladı.
Onaltıncı yüzyılda Batı’da bilim, sanat ve dinde yeni anlayışlar gelişti. İslam medeniyetinde gelişmeler, zamanla Arabistan’da duraklamakla birlikte özellikle Türklerin egemen olduğu bölgelerde onaltıncı yüzyıl ortalarına kadar devam etmiştir.
İslamiyet’in bilim ve tekniğe önem verdiğini Atatürk şu sözleriyle doğrulamıştır. “Bizim dinimiz milletimize kötü, zavallı ve aşağı olmayı tavsiye etmez, aksine Allah da, Peygamber de, insanların ve milletlerin yücelik ve şerefini korumalarını emrediyer. Allah’ın emri çok çalışmaktır.
Zamanın gereklerine göre ilim ve fenden, her türlü medeni buluşlardan mümkün olduğu kadar yararlanmak zorunludur,” “Nasıl ki her hususta yüksek meslek ve ihtisas sahipleri yetiştirmek gerekli ise dinimizin gerçek felsefesini inceleyecek, araştıracak, bilimsel ve teknik olarak telkin kudretine sahip olacak, seçkin ve gerçek din bilimi adamlarını da yetiştirecek yüksek öğrenim kurumlarına sahip olmalıyız.”
Islam´da Bilim ve Teknoloji
Follower
Mittwoch, 13. Mai 2015
İslam'ın bilime verdiği önem
Ibn Sina
Ibn Sina 980 yılında (o
dönemde İran'a, bugün Özbekistan'a ait) çok büyük bir şehir olan Buhara’ya
yakın küçük bir kentte dünyaya geldi. Küçük bir çocukken bile bir dâhi olduğu
mütevazılığa gerek görmeyen otobiyografisinde okunabilir. 10 yaşında Kur'an-ı
Kerim'i ezberlemiştir. Sonra, “Babam, hesap öğrenip kendisine öğretmem için
beni bir sebze tüccarının yanında çırak olarak çalıştırmaya karar verdi” diyor.
Sonrasında geometri, mantık, felsefe... “Ustamın önüme koyduğu her problemi,
ondan daha iyi çözmeyi başarıyordum.” İbn Sina16 yaşındayken iyi bir hekim
olarak görülüyordu. “Tıp zor bilimlerden biri değildir. Onda üstünlüğümü çok
çabuk gösterdim; öyle ki yetenekli hekimler benim yönetimimde öğrenim
görüyorlardı; dahası, hasta da tedavi ediyordum.”
Bölgenin hükümdarının
verdiği yetkiyle, kütüphanesindeki eserleri incelemek üzere iki yıl boyunca
buraya çekilir. Daha sonra İbn Sina, başka bir sarayın davetlisi olarak birçok
başka bilginle görüşmeler yapar. 1012 yılına doğru, Sultan Gazneli Mahmud kendisini
davet eder. İbn Sina reddeder. Sultanın öfkesinden korunmak için kaçar. Öfkeli
sultan peşine polis takar ve İbn Sina'nın, birkaç yıl öncesinde bir ressam
tarafından yapılmış “robot resmi”ni de dağıtır. Nafile.
1014 yılından 1020'ye
kadar İbn Sina, İran'ın değişik şehirlerinde oturur. Tıbbı sevmektedir, ancak
politikayı da... Bölgenin sultanı Şemsüddevle”nin veziri olur. Sultanın ordusu
isyan edince İbn Sina tutuklanır. Belki de en ünlü kitabı olan Tıbbı Kanunu'nu
(el-Kanun fİ't-ıb) hücrede ikameti sırasında kaleme almaya başlamıştır. Sonra
İsfahan'a yerleşir. Ancak çalkantılı hayatı ve siyasi maceralarının da
etkisiyle sağlığı bozulur. Hekim İbn Sina,, insan vücudunda hastalığın
ilerlemesini saptamak üzere kendi hastalığının seyrini takip etmeye karar
verir... 1034 yılından itibaren tüm tedavileri keser ve bir filozof gibi ölüme
hazırlanır.
Çok önemli bir kitap
İbn Sina hekim
olmanın yanı sıra. filozof, matematikçi ve astronomdur. Tıbbı bir bilim olarak
gören bu Müslüman hekim, birçok bilim dalının uzmanlarıyla da temastadır.
Yunanlı Hipokrat ve Galen'in teorilerini yeniden keşfederek, döneminde geçerli
olan tüm bilgileri Tıbbın Kanunu kitabında bir araya getirmeyi hedefler. Tüm
Müslümanlar tarafından kullanılan bu kitap, 300 yıl boyunca Avrupa üniversitelerinin
programlarında yer almıştır. Hastaların tedavisinde İbn Sina'nın önerileri
izlenmiştir.
Yorulmak bilmeyen bir
yazar
Sürekli yollarda olan
İbn Sina ancak nadiren kütüphanelerde kalabilir. Şaşılacak derecede iyi olan
hafızasını çalıştırır ve özgün eserlerini, sözlüklerin ve el kitaplarının
yardımı olmadan dikte eder. Bu şartlar altında günde elli sayfa yazabilen İbn
Sina bilimsel veya felsefi iki yüzden fazla metne imza atmıştır.
... izinde
İbn Sina'nın
öğrencileri öğretiminden yararlanmak için onunla birlikte seyahat etmek
zorundadırlar. Şiir formundaki bilgiyi zihinde tutmanın daha kolay olduğunu
bilen İbn Sina önceden diğer hocalar tarafından da izlenen bir yöntemi uygular:
Acemi hekimlerin bilmek zorunda oldukları her şeyi şiirle ifade eder. Bu
şiirlerinin en ünlüsü binden fazla mısradan oluşmaktadır. Mısraları
çözümleyecek yetenekli âlimlerin yardımı olmadan bunları anlamaya çalışmak
boşunadır!
Ibn Sina'nın
keşifleri
İbn Sina, akciğer
hastalıklarına nasıl teşhis konulacağını ve bazı psikolojik hastalıkların nasıl
tedavi edileceğini bulmuştur. Aynı zamanda doğumu kolaylaştıran bir aletin
icadını yapan ilk kişidir. Ancak asıl tercih ettiği faaliyet düşünmek ve
öğretmektir.
Sağlıklı yaşamak
Hekimler, çok geniş
bir listeden uygun ilacı geçmeden Önce, hastalarının sorununu olabildiğince
belirgin bir biçimde tanımlamaya çalışırlar. Önemli olmayan bir rahatsızlık
karşısında hekim, hamam banyolarını veya egzersiz yapmayı tavsiye eder. Ayrıca
besinlerini değiştirmeyi ya da belli bir gıdayı almayı önerebilir. Örnek olarak
şeker, sindirim sistemi hastalıklarına karşı salık verilir. Eczacılar şekerin,
içine katıldığı ilacın korunmasına katkıda bulunduğunu da belirlemişlerdir.
Şeker kamısı İslâm coğrafyasında her yerde yetiştirilmektedir.
Karınca, sıçan ya da
ceylan nabzı?
Çok ağır bir hastayı
muayene eden bilgin, nabzına bakmadan önce hastanın idrarını inceler. Nabız
zayıflığının her türünün ayrı bir ismi vardır. Ceylan nabzı yüksek ve yakıcı
bir ateşi gösterir. Sıçan kuyruğu nabzı durumun ağır olduğunu kanıtlar; vücut
hastalıktan zarar görmektedir. Karınca nabzı ise şiddetli ağrıların yol açtığı
bayılmaların arkasından gelir.
Tanrı'nın elleri
En iyi şekilde tedavi
etmek için, hekim bazen farklı yöntemlere başvurur. Böylece, damar
problemleriyle başa çıkmak için akrep ya da solucan lapası yemeyi önermekte
tereddüt etmez. Hayvan, bitki ya da taşların şifa verici etkilerinden
yararlanılmak istenir. Hekim, hastalığın şifasını verme ya da vermeme gücü
sadece kendisine ait olan Tanrı'nın bir vesilesi olarak değerlendirilir.
Şifahaneye maddi
destek
Halifeler ve varlıklı
kişiler iyi hekimleri çevrelerinde toplamaya çalışırlar ve onları çekmek için,
hastanelerin masraflarını üstlenirler. Halifeler bu yolla halkı memnun etmeye
çalışır.
Hayır işlemek aynı
zamanda Hazret-i Peygamber'in emirlerine itaat etmek ve ahiret saadetini ele
geçirmektir. Tüm büyük İslâm şehirlerinde şifahaneler vardır. Kurulduktan elli
yıl sonra Bağdat'ta iki şifahane bulunmaktadır. 13. yüzyılda Kahire'de sultan,
hasta bakıcıların ücretlerini bizzat ödemekte, yataklar ve döşekler satın
almaktadır. Hastalar problemlerine göre (ateşli hastalıklar, yaralanmalar,
önemli ishal ve görme bozuklukları) içinde su bulunan dört odaya dağıtılırlar.
Beşinci bir odaya kadınlar kabul edilir. Her şifahanenin bir eczanesi bulunur.
Modern bir hekim
Hastanelerde tıp
hızlı gelişir. Başhekim tedavi uygularken bir yandan da ders verir. Hekimler,
muayene yapmalarına yardımcı olan öğrencilerin gözü önünde en ağır vakaları
tartışırlar. Günümüzde de böyle yapıldığını biliyoruz. Demek ki bu, çok modern
bir uygulama.
Ruh hastalarını
müzikle tedavi etmek
Hastanelerin ruh
hastalarım da kabul etmesi bir devrimdir. Hekimler onlara ilaç yazarlar;
müziğin de onlar için yararlı olabileceğini düşünürler. (Bugün Suriye’de olan)
Halep şifahanesinin iç avlusunda orkestra için ayrılmış bir yer görülür.
Dinleyiciler taştan yontularak yapılmış iskemlelere yerleşirler. Ancak Hazret-i
Peygamber için olduğu gibi, hekimler için de ruhu dinlendirmek için hiçbir şey
“doğal müzik” kadar değerli değildir: ağaçlar arasında esen rüzgâr, kuş sesleri
ya da akan suyun şırıltısı. Bu nedenle şifahanelerin ortasında her zaman
fıskiyeli bir havuz bulunur.
Vücudu keserek açmak:
bir tabu... Hekimler ameliyat yapmak için Vücudu kesmeye nadiren cüret ederler.
Enfeksiyonlardan korunma bilinmemekte ve anestezi hafif kalmaktadır çünkü
anestezi olarak hastaya sadece afyona batırılmış sünger koklatılır.
...ve tehlikeli
Şifahane hekimleri
ameliyat yapmazlar. Bu tedaviyi şehirden şehre dolaşan cerrahlara bırakırlar.
Ameliyattan sonra ölüm riski o kadar yüksek bir olasılıktır ki yas tutan
ailelerden kurtulmak için cerrahlar sık sık şehir değiştirirler. Ünlü hekim
Râzî'nin hayatının sonuna doğru gözlerinden ameliyat olmaktansa kör kalmayı
tercih ettiği anlatılmaktadır.
Planetaryum
Dünya'nın kendi ekseni etrafında döndüğüne inanan Arap-İslam
astronomlarından Ebu Sa'id Ahmed b. Muhammed es-Siczi(X. yy)'nin planetaryumu.
Astrolab (Usturlab)
Astrolab
nedir? Astrolab ne işe yarar, nasıl kullanılır? Astrolab çeşitleri nelerdir?
Astrolab hakkında bilgi.
Astrolab; Yıldızların
yüksekliklerini ölçmekte ya da enlem belirlemesinde kullanılan aygıttır. Eski
Yunan gökbilimcileri tarafından icat edildi. En basit biçimiyle ortasına
hareketli bir gösterge yerleştirilmiş düşey bir disktir. Gösterge yıldıza
yöneltilince, yıldızın yüksekliği yay derecesi türünden diskte okunur.
Ortaçağda özellikle denizciler, altılık (sekstant) bulunana kadar (18. yüzyıl)
astrolab kullandılar.
Prizmalı astrolab: 1905’te Fransız gökbilimcileri A. Claude ve L.
Driencourt prizmalı astrolab modelini yaptılar. Başlangıçta, bir teleskop,
prizma, cıva çanağı ve bazı ayar parçalarından oluşan basit bir aygıttı.
Prizmanın tipine göre, yıldızı ancak belli bir yükseklikte bulunduğu anda
gözlemek olasıydı. Prizmalı astrolablarda gözlemci, biri doğrudan, öteki ise
cıva çanağında yansıdıktan sonra prizmaya gelen iki ışık ışınından oluşan
yıldızın iki görüntüsünü görünüm alanında algılar. Bu iki görüntünün,
astrolabın görünüm alanında karşılaşması, ancak yıldız belli bir
yükseklikteyken mümkündür. Böylece, bu aygıtlarla gözlem yerinin enlemi ve
yersel yıldız zamanı bulanabilir. Prizmalı astrolablar 1955’e kadar daha çok
geodezik astronomide kullanıldı.
Danjon astrolabı: Paris Gözlemevi eski müdürlerinden A. Danjon’un
prizmalı astrolabı geliştirerek yaptığı otomatik astrolab, 1956’dan bu yana
astronomide kullanılmaya başlandı. Astrometride önemli bir aygıt olma
özelliğini bugün de sürdürür. A. Danjon, yaptığı yeniliklerle hem aleti çok
kararlı bir duruma getirdi, hem de kişisel yanılgıdan bağımsız (impersonal)
olmasını sağladı. Danjon astrolablarıyla 25-30 yıldızdan oluşan bir grubun
gözlemi sonucunda, + -5 milisaniyelik bir yanılgıyla zaman saptaması
yapılabilmektedir. Türkiye’de Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Gözlemevi’nde
bulunan bu aygıtla anlık boylam ve enlem saptanması, kutup hareketi, yerin
dönmesi gibi çok önemli astronomi konularında araştırmalar yapılabilmektedir.
Abonnieren
Posts (Atom)